Biri Etiyopyalı “Kaffa’lı Kaldi” diğeri “Veysel Karani” ikisi de çobanlık yaparken keşfediyor kahveyi. Hangisi daha doğru bilinmez, ancak Veysel Karani’nin Yemen’de bulunduğu zamanları doğrulayan kaynaklara bakılınca en doğru öyküye ulaşabiliyoruz. Veysel Karani, keçi çobanlığı yaptığı vakitlerde keçileri otlatırken keçilerin bir ağaç meyvesi yedikten sonra her zamankinden çok daha hareketli olduklarını fark etmiş. Sonra heybesine bu ağacın meyvesinden bir avuç atmış. Birde ağzına atarak tatmayı denemiş ve oldukça buruk ve acı gelmiş. Heybesindeki geri kalanı ise geceyi geçirmek üzere yaktığı ateşin başındayken teker teker ateşe atmış oyalanmak için. Bir tatlı koku sarmış etrafı. Hemen ateşe attığı meyveden birini ağzına atmış ve tatmış ki acılıktan eser kalmamış. Bunu tattıktan sonra zindelik gelmiş ve uçmuş gitmiş, keyfi yerine gelmiş.
Bunu diğer derun sohbetler edilen dervişhaneye götürüp tattırmak ister. Dervişler sorar “Üveys bunun adı nedir?” aklına keyif getirdiği gelince “keyfe” der. Sonra rengi kahve olunca kahve olarak tekrar adlanmaya başlar. Dervişler uzun inziva gecelerine hazırlanmadan önce yada sohbetler öncesine bu keyfe ya da kahve olarak yeni tanıştıkları içecekten içerek dinçlik kazanırlar. Yemen ve Arabistana doğru Veysel Karani’nin yolculuğu sürdükçe giderek yayılmaya devam eder bu güzel kokulu şifalı meyve.
Etiyopyalı keçi çobanı Kaffa’lı Kaldi’nin kahveyi bulması da keçilerini otlattığı bir vakitte gerçekleşir. Etiyopya’da sihirli meyve olarak kullanılması ondan sonra başlamıştır. Bulduğu meyveleri Sufilere götürür. Onların öğrenime olan gereksinimleri oldukça istekli olmalarından dolayı az uyuma, az yeme, az içme düsturlarına uygunluk kattığı için kahveyi benimserler. Kahvenin Sufilerce yetiştirilip sonradan yaygınlaştığı söylenir. Sufiler kahve yetiştirmenin nefis terbiyesiyle örtüştüğünü söylerlermiş. Doğru zamanda meyveden ayrılan çekirdek ateşte kavrulup, dibeklerde dövülür, değirmenlerde çekilir, en nihayetinde su ile karışıp leziz içecek haline getirilip ikram edilirmiş. Zahmet sabırla oluşan bu güzel içecek sonradan sufilerce geliştirilip keskin kır nanesi, zencefil, kakule, tarçın ile de aromalar ekleyerek severek ikramlarda bulunmuşlar.
Yemen’den gelen Osmanlı topraklarına yayılan nefis bir içecek. Kahve, Osmanlı’nın siyah incisi gözdesi olurken bugüne kadar adı üzerinde Türk Kahvesi olarak saltanatını sürdürmeyi başarmıştır. Namık Kemal’in söylediği gibi “Kahve-i rûy-ı siyahun vardur elbet şöhreti. Sûfiyâ ba’de’t-ta’âm hem içmek olur hikmeti”.
O zaman içilsin kahveler, dönsün fincanlar, tutulsun niyetler binnaz.com ‘da sizleri bekliyoruz.
Sevgiler