Merhabalar Sevgili Kahve Dostlarım !!!
Binnazabla.com’un eğitim bursu vererek destek olduğu, Binnazabla.com’un Prensesi, dünyalar güzeli kızımız Ceyda’yı görmeye gittik dün. Ankara’nın daha önce hiç gitmediğimiz, bilmediğimiz yerleriydi gittiğimiz yerler. Ulucanlar semtinden geçip, Ulubey semtinin, Çamlık durağına kadar çıktık. Kentsel dönüşüm projesi kapsamında yenilenen yerlerdi buralar, hatta Altındağ çöküntü alanının nasıl ıslah edileceği konusundaki çalışmaları ile diğer kentlere model olmuş bir alanmış. Altındağ Belediyesi bu projeyle çeşitli sempozyum ve kongrelerde örnek olarak gösterilen bir çalışma içindeymiş.
Ceyda’larla burada buluştuk. Derslerinin pekiyi olduğunu, okuma yazma becerisinin hergün biraz daha ileriye gittiğini öğrendik. Oğlum Sertaç’la çok iyi diyalogları olduğu için, sık sık görüşmek ve buluşmak istiyorlar. Ceyda ile her buluşmamızda onu daha büyümüş, boyu uzamış ve daha sağlıklı görüyoruz.çok tatlı ve sevimli bir kız. Tabi bunları siz seçkin, saygıdeğer takipcilerimizle yapıyoruz. Biliyorsunuz bir de yakışıklı öğrencimiz Taha var. O da aslan parçası.. Taha da kocaman bir delikanlı oldu. Onun da dersleri çok iyi, hem de çok iyi bir sporcu. Ceyda’larla çok iyi vakit geçirdik, sizlere kucak dolusu sevgilerini gönderdi.
Dönüşte Ankara’nın tarihi dokusu içinde yürürken, şimdilerde müze olarak kullanılan Ulucanlar Cezaevinin önüne geldik.Tarihin derin izlerini taşıyan Ulucanlar Cezaevi Müzesini bu vesile ile görelim istedik. Ulucanlar cezaevi müzesine girişte avluda bulunan dilek ağacı ile başladık gezimize. Bu ağaçta Ulucanlar Cezaevinde tutuklu olarak bulunmuş ünlü kişilerin, bir çok gazeteci, yazar, şairlerin isimleri ve fotoğrafları vardı.
Cezaevi Müzesinin gözyaşlarımı tutamadığım bir yeri ise tecrit odalarıydı. Tecrit odalarında özel seslendirme ve ışıklandırma; işkence sesleri, mahkumların yalvarışları, haykırışları, gardiyanların sert bir şekilde bağırmaları, balmumu heykelleriyle o anı yaşatma adına büyük bir ustalıkla sergilenmiş. Bu sesleri duyupta ürpermemek mümkün değil. Her koğuşta balmumu heykellerle canlı mahkumlar varmış gibi canlandırma yapmışlar; bu heykellerde çaycılardan, saz çalanlara kadar değişik kişiler gösterilmiş. Her koğuşta yatmış olan ünlü kişiler ve biyografileri ranzalara asılmış. Koğuşlarda mahkumların kişisel eşyaları da büyük bir özenle korunmuş ve müzede sergilenmiş. Saatten sigaraya, bastonlar, tabaklar, bardaklar, çaydanlık ve daha yüzlerce eşya.
Sadece siyasetçi, gazeteci, yazarların yazdığı duvar yazıları değil kendilerine ‘’kader mahkumları’’ ismini taktıkları halktan insanların duvarlara yazdıkları yazılarda aynı şekilde korunmuş.
Ulucanlar Cezaevi Müzesi, ”Acıların ve hüzünlerin müzesi” gibiydi. Çok ama çok etkilendim. Dönüşümüz, gündüzün akşamı selamladığı zamanlardı artık. Gökyüzüne baktım, ne kadar güzel görünüyordu. Özgürlük paha biçilemez bir değerdi. ”Her insan ayrı bir dünya, etle kemik mi insan denilen, yoksa düşünce midir insanı insan yapan’ diye düşündüm.
Oysa özgürlük; bir ağaç gibi, bin ağaç içinde, yaşayabilmektir insanca..
Hepinize rahat, huzurlu, mutlu ve özgür harika bir pazar günü diliyorum.
Sevgilerimle ..
Binnaz Ablanız 🙂
Sevgili Binnaz abla’cım anlattığınız her şeyi yaşamış kadar çok duygulandım,bir kez daha özgürlüğün ve iyi sansı yaşamanın ne kadar önemli olduğunu anladım ve şükrettim,dileğim bizlerin nereden nereye geldiğimizi ve bunu elele ve sırt sırta yaptığımızı unutmamaktır,sevgi ve kardeşlik içerisinde,barış ve huzur içerisinde bir dünya diliyorum.
sevgiler.